"Derin Köklerimizi Savunmak, Olgun Meyveler Toplamanın Ön Koşuludur..."
02:36:14
Giorgia Meloni Şu Anda Dünya Sahnesindeki En Şaşırtıcı Lider Olabilir.
Kısa bir süre öncesine kadar İtalyan başbakanı, kökleri ülkenin savaş sonrası neo-faşist hareketine dayanan İtalya’nın Kardeşleri adlı küçük bir siyasi partinin lideri olarak uç bir figürdü. Ancak İtalyan siyasetinin daimi gibi görünen kargaşasında Meloni ülkenin önde gelen sağ popülisti olarak ortaya çıktı. Liderliğini yaptığı sağcı koalisyonun 2022’de çoğunluğu kazanmasının ardından İtalya’nın başbakanı olarak görev yapan ilk kadın oldu.
Meloni iktidara gelmeden önce The Atlantic gazetesi onun yükselişini “İtalya’da Faşizmin Dönüşü” olarak manşete taşıdı. Eski basının çoğu da aynı fikirdeydi ve onu liberal demokrasiye tehdit olarak nitelendirdikleri diğer Avrupalı popülistlere benzetiyordu. Ancak işler tam olarak böyle gelişmedi.
Görevde bulunduğu iki yıl boyunca Meloni, popülist olduğu kadar pragmatist olduğunu da kanıtladı. Diğer Batılı liderlere kıyasla Ukrayna konusunda daha şahin ve Zelensky ile adeta kanka. Biden yönetimiyle de iyi çalıştığı söyleyenebilir. Ve kısa süre önce İngiltere’nin yeni İşçi Partili başbakanını yasadışı göçle nasıl mücadele edileceği konusunda tavsiyelerde bulunmak üzere İtalya’da ağırladı. (Meloni‘nin hükûmeti Kuzey Afrika’dan İtalya’ya tekne geçişlerinde büyük bir azalmayı sağladı).
Geçtiğimiz hafta Meloni, liberal, enternasyonalist ve yerleşik bir düşünce kuruluşu olan Atlantic Council tarafından verilen bir ödülle bu yılın “Küresel Vatandaşı” seçildi ve bir konuşma yaptı:
“Bu gece, her halükârda, size farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum."
Politico’nun Avrupa baskısında kısa süre önce yayımlanan bir köşe yazısından bahsederek başlamak istiyorum. Bu analiz “Meloni’nin Batı milliyetçiliği” üzerine odaklanıyordu. Dr. Constantini adlı yazar, benim siyasi inancımın “‘Batı milliyetçiliği’ olarak adlandırılabilecek bir şey” olduğunu savunuyor. “ Constantini’ye göre “Avrupa sahnesinde yeni olan” Batı medeniyetinin hayatta kalmasını ve Rönesans’ını özünde barındıran bir düşünce.
Milliyetçiliğin doğru kelime olup olmadığını bilmiyorum, çünkü genellikle saldırganlık veya otoriterlik doktrinlerini çağrıştırıyor. Ancak, ulus ve vatanseverlik gibi kelime ve kavramları kullanmaktan ve savunmaktan utanmamamız gerektiğini biliyorum, çünkü bunlar fiziksel bir yerden daha fazlasını ifade ediyor; kültür, gelenek ve değerleri paylaşırken ait olunan bir ruh hali anlamına geliyor. Bayrağımızı gördüğümüzde gurur duyuyorsak, bu, bir toplumun parçası olmaktan gurur duyduğumuz ve onun kaderini daha iyi hale getirmek için üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumuz anlamına gelir.
Benim için Batı, fiziksel bir yerden çok daha fazlasıdır. Batı kelimesiyle sadece belirli bir coğrafi konuma sahip ülkeleri değil, yüzyıllar boyunca pek çok kişinin dehası ve fedakarlıklarıyla inşa edilmiş bir medeniyeti tanımlıyoruz.
Batı, insanın merkezde olduğu, kadın ve erkeğin eşit ve özgür olduğu, dolayısıyla sistemlerin demokratik, yaşamın kutsal, devletin laik ve hukukun üstünlüğüne dayalı olduğu bir değerler sistemidir.
Kendime ve size soruyor ve merak ediyorum: Bu değerler utanmamız gereken değerler mi? Ve bu değerler bizi diğerlerinden uzaklaştırıyor mu, yoksa diğerlerine yaklaştırıyor mu?
Batı olarak karşı koymamız gereken iki risk olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki, çağdaş Avrupa’nın en büyük filozoflarından biri olan Roger Scruton’un Yunanca ev anlamına gelen oikos ve korku anlamına gelen phobia kelimelerinden oluşan oikofobi adını verdiği durumdur. Oikofobi, kişinin evinden nefret etmesidir. Avrupa’da olduğu gibi ABD’de de medeniyetimizin sembollerini şiddetle silmek istememize yol açan, giderek artan bir aşağılama.
İkinci risk ise, Batı’nın bir yandan kendini küçümserken, diğer yandan sıklıkla diğerlerinden üstün olduğunu iddia etmesi paradoksudur.
Sonuç mu? Sonuç, Batı’nın daha az güvenilir bir muhatap haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya olmasıdır. Küresel Güney olarak adlandırılan kesim daha fazla nüfuz talep ediyor. Şimdiye kadar büyük ölçüde yerleşik olan gelişmekte olan ülkeler kendi aralarında özerk bir şekilde işbirliği yapıyor. Otokrasiler demokrasiler karşısında zemin kazanıyor ve biz giderek daha kapalı ve kendine referans veren bir kale gibi görünme riskiyle karşı karşıyayız.
İtalya’da bu gidişatı tersine çevirmek için, örneğin Afrika ülkeleriyle yeni ve uzun vadeli bir ortaklık kurmak üzere eşit temellere dayalı bir işbirliği modeli olan Afrika için Mattei Planını başlatmaya karar verdik.
Evet, dünyada krizler çoğalıyor, ancak her kriz aynı zamanda bir fırsatı da içinde barındırıyor, zira insanın kendini sorgulamasını ve harekete geçmesini gerektiriyor.
Her şeyden önce, kim olduğumuza dair farkındalığımızı yeniden kazanmamız gerekiyor. Batı halkları olarak bu sözü tutmak ve Yunan felsefesi, Roma hukuku ve Hıristiyan hümanizminin buluşmasından doğan bir sentez olan değerlerimize inanarak geleceğin sorunlarına cevap aramak gibi bir görevimiz var.
Kısacası, İngilizce profesörüm Michael Jackson’ın dediği gibi: Aynadaki adamla başlıyorum / Ondan yollarını değiştirmesini istiyorum (şarkıyı biliyoruz). Kendimizden başlamalıyız, gerçekte kim olduğumuzu bilmeli ve buna saygı duymalıyız ki başkalarını da anlayabilelim ve onlara saygı duyabilelim.
Otoriter rejimlerin çok önemsediği bir anlatı var. Bu, Batı’nın kaçınılmaz düşüşü ve demokrasilerin başarısız olduğu fikriyle ilgili. Yabancı ve kötü niyetli troller ve botlardan oluşan bir ordu, gerçekliği manipüle etmek ve çelişkilerimizi istismar etmekle meşgul. Ancak otoriter taraftarlara şunu açıkça söylememe izin verin: değerlerimizin arkasında duracağız. Bunu yapacağız.
Başkan Reagan bir keresinde şöyle demişti: “Her şeyden önce, hiçbir cephaneliğin ya da dünyanın cephaneliğindeki hiçbir silahın, özgür erkek ve kadınların iradesi ve ahlaki cesareti kadar korkunç olmadığını anlamalıyız. Bu, günümüz dünyasında düşmanlarımızın sahip olmadığı bir silahtır.”
Daha fazla katılamazdım. Özgürlüğümüz, değerlerimiz ve bunlar için duyduğumuz gurur, düşmanlarımızın en çok korktuğu silahlardır. Dolayısıyla kendi kimliğimizin gücünden vazgeçemeyiz, zira bu otoriter rejimlere verebileceğimiz en iyi hediye olacaktır.
Dolayısıyla, günün sonunda, vatanseverlik gerilemeye verilecek en iyi yanıttır.
Derin köklerimizi savunmak, olgun meyveler toplamanın ön koşuludur. Geçmişteki hatalarımızdan ders çıkarmak, gelecekte daha iyi olmanın ön koşuludur.
Yirminci yüzyıl İtalya’sının belki de en büyük muhafazakâr entelektüeli olan Giuseppe Prezzolini’nin sözlerini de kullanacağım: “Muhafaza etmeyi bilen kişi gelecekten korkmaz, çünkü geçmişten ders almıştır.”
Bu çağın bizi karşı karşıya bıraktığı imkânsız zorluklarla ancak geçmişin derslerinden öğrendiklerimizle yüzleşebiliriz. Ukrayna’yı savunuyoruz, çünkü en güçlünün hukukunun hüküm sürdüğü bir dünyanın kaosunu biliyoruz. İnsan kaçakçılarıyla mücadele ediyoruz çünkü yüzyıllar önce köleliği ortadan kaldırmak için mücadele ettiğimizi hatırlıyoruz. Doğayı ve insanlığı savunuyoruz, çünkü insanların sorumlu çalışmaları olmadan daha sürdürülebilir bir gelecek inşa etmenin mümkün olmadığını biliyoruz.
Yapay zekâyı geliştirirken, risklerini yönetmeye çalışıyoruz çünkü özgür olmak için savaştık ve özgürlüğümüzü daha fazla konfor karşılığında takas etmeye niyetimiz yok. Bu olguları nasıl okuyacağımızı biliyoruz çünkü medeniyetimiz bize bu araçları verdi.
İçinde yaşadığımız zaman, ne olmak istediğimizi ve hangi yolu izlemek istediğimizi seçmemizi gerektiriyor. Batı’nın çöküşü fikrini körüklemeye devam edebiliriz; medeniyetimizin artık söyleyecek bir şeyi, çizecek bir rotası kalmadığı fikrine teslim olabiliriz.
Ya da kim olduğumuzu hatırlayabilir, hatalarımızdan da ders çıkarabilir, bu olağanüstü yürüyüşe kendi hikayemizi ekleyebilir ve çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakmak için etrafımızda olup bitenleri yönetebiliriz. Benim seçimim de tam olarak bu.
Ve bu değerli ödül için beni seçmiş olmanızın nedeninin de bu seçimi paylaşıyor olmanız olduğunu düşünmek istiyorum.