e-BİLGİ, e-HABER

İngiltere’de Adolf Adası

ingilteredeki-adolf-adasi

İngiliz Adasındaki Nazi Kampı...

Manş Adaları, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal etmeyi başardığı tek İngiliz toprak parçasıydı…

Alderney Manş Adası sakinleri 22 Mayıs’ta Nazi işgali kurbanlarını anmak için bir araya geldiklerinde çoğu yıl yağmur yağar. Topluluk bu küçük adadaki zorunlu çalışma kamplarında çalışan ve ölen binlerce insanı anmak için toplanırken denizden soğuk bir rüzgar eser.

Adada dalgalanan mavi-beyaz çizgili bir bayrak var. Mahkumların üniformalarını temsil ediyor. Manş Denizi’ndeki bu adanın 1940-1945 yılları arasında Alman işgaline uğramasının kurbanlarını anmak için Rusça, İbranice, Fransızca, Lehçe ve İspanyolca plaketler var. İngiliz Kraliyetine ait bir takımada olan Manş Adaları, Adolf Hitler‘in İkinci Dünya Savaşı sırasında fethetmeyi başardığı tek İngiliz toprak parçasıydı. Ve Naziler Alderney’de, SS tarafından yönetilen iki toplama kampı da dahil olmak üzere bir dizi çalışma kampı inşa etti.

Birleşik Krallık’ta bu hikâye yaygın bir bilgi olmaktan uzak, İngiliz kolektif hafızasının karanlık dehlizlerine hapsolmuş durumda. Yakınlardaki Jersey adasında yaşayan diğer Manş Adalılara Britanya topraklarında Nazi kamplarının varlığından haberdar olup olmadıklarını sorulduğunda dahi ayrıntıları bilmediklerini söylüyorlar.

Geçtiğimiz aylarda İngiltere İçişleri Bakanı Priti Patel, hükûmetin İngiltere’ye küçük teknelerle gelen sığınmacıları Ruanda’daki gözaltı merkezlerine transfer etme planını açıkladı. Ancak bu politika uygulamaya konulmadan önce Alderney, sağcı bir düşünce kuruluşu tarafından tutuklular için olası bir varış noktası olarak gündeme getirilmişti. Raporda “konumu ve topografyası birçok açıdan uygun" denildikten sonra adanın “İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından ciddi şekilde kötüye kullanıldığına" dikkat çekildi.

Bazı adalılar, Alderney’e yönelik uluslararası ilginin muazzam bir Pandora’nın kutusunu açacağını düşündüklerinden olsa gerek, bu öneri hızla reddedildi.

Şimdi, Londra’daki Parlamento binasının yanına 100 milyon sterlinlik (120 milyon dolar) bir Holokost Anıtı inşa edilmesi planlanırken, Alderney’de tam olarak ne olduğu ve İngiltere’nin kendi topraklarında meydana gelen Nazi vahşetiyle nasıl yüzleşmesi gerektiği konusunda bir mücadele sürüyor.

İngilizler savaştan sonra adada soruşturmalara başladıklarında, vahşetin boyutlarının geniş çaplı savaş suçları yargılamalarını gerektirebileceği yavaş yavaş anlaşıldı. Staffordshire Üniversitesi‘nde adli arkeolog olan ve on yılı aşkın bir süredir adayı inceleyen Profesör Caroline Sturdy Colls, bu farkındalığın yerleşmesiyle birlikte soruşturmaların tonunda da bir değişim olduğunu söylüyor. Resmi anlatı değişti ve aralarında yüzlerce Fransız Yahudisinin de bulunduğu 27 farklı milletten insanın adaya getirildiğinin düşünüldüğü gerçeği atlandı. Bunun yerine Dışişleri Bakanlığı basitçe “pratik amaçlar için Rusların bu kampların tek sakinleri olarak kabul edilebileceğini" söyledi.

“Bu da İngiliz yetkililerin soruşturmayı Sovyetlere devretmesini sağladı. Ve bu da savaş suçları yargılamalarının tüm maliyetinden ve diğer her şeyden ellerini yıkayabilecekleri anlamına geliyordu" diyor Sturdy Colls. Mahkumların Rus olduğunu ve Sovyetler Birliği’nin sorumluluğunda olduğunu söylemek daha temiz ve kolaydı. Bu kararın kalıcı mirası, diğer mahkumların – Yahudiler, diğer Avrupalılar, Kuzey Afrikalılar – hikayelerinin Alderney’in resmi tarihinden büyük ölçüde silinmesi oldu.

Törende kendi kendini yöneten adanın Başkanı William Tate, Alderney adasının geçmişiyle yüzleşmediğini söyleyenlere yanıt verdi. “Yeterince şey yapmadığımızı söyleyenler var. Ben buna karşı çıkıyorum. Bence hepimiz o dönemde hayatını kaybeden insanların hayatlarının unutulmamasını sağlama sorumluluğuyla yaşıyoruz."

Fransa kıyılarından sadece on mil açıkta olmasına rağmen, burası açık bir şekilde Britanya toprağıdır.

İngiliz sakinlerinin Alman işgali altında yaşadığı diğer Jersey, Guernsey ve Sark adalarının aksine, Alderney halkı Fransa’nın düşmesinin yakın olduğu Haziran 1940’ta toplu olarak evlerini boşaltmaya karar verdi. Aralık 1945’e kadar da geri dönmediler. Neredeyse ıssız olan bu adada – adada sadece bir avuç insan kalmıştı – Alman işgalciler cezasızlıkla hareket ederek çalışma kampları ve SS tarafından yönetilen toplama kampları inşa ettiler.

Kamplar “Vernichtung durch Arbeit" – ağır iş yoluyla imha – sistemi altında işletildi ve binlerce olmasa da yüzlerce mahkum burada öldü. Ölümüne çalıştırıldılar, Adolf Hiter‘in “Atlantik Duvarı“nın bir parçası olarak geniş bir tahkimat ağı inşa etmeye zorlandılar, bu sistem müttefik işgalini caydırmak için kıta Avrupası kıyısı boyunca tasarlanmış bir savunma sistemiydi. Kanal Adaları bu savunma yapısının önemli bir parçasıydı ve Alderney o kadar değerli bir stratejik varlıktı ki, “Adolf Adası" olarak adlandırıldı.

Seksen yıl sonra ada, Alderney tarihinin en karanlık döneminin kalıntıları olan beton sığınaklar, atış poligonları, bataryalar ve çimento tahkimatlarıyla hâlâ çirkin bir görünüme sahip. Adanın derinliklerindeki kayaların içinden geçen geniş bir tünel ağı, zorla çalıştırılan işçiler tarafından oyulmuş.

Burada tam olarak ne olduğu, kaç kişinin öldüğü ve bunların nasıl hatırlanması gerektiği şiddetli tartışmalara konu olmuştur. İngiliz hükûmeti, kendi topraklarındaki Nazi vahşetini örtbas etmekle, Alderney’in geçmişindeki dehşetle yüzleşmeyi ya da uzlaşmayı reddetmekle ve bunu onlarca yıldır bir sır olarak saklamakla suçlanıyor.

Anma törenine katılan bölge sakinlerinden Michael James, “Britanya topraklarında yaşanan Holokost’un küçük bir parmağının ucunu bile temizleyemezken, nasıl olur da vicdanen 100 milyon sterlinlik bir anıt ve eğitim merkezi inşa edebilir ve 2024 yılında Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın başına geçebilir?" dedi. “Bu çok yanlış. Kötü kokuyor."

James, savaş sırasında Alderney’de ölenlerin sayısının binlerce olduğuna inanıyor. “Gerçeği öğrenmek için mücadele etmek zorunda kalmamız çok şaşırtıcı. Burada ölmüş olsaydınız çocuklarınızın burada öldüğünüzü bilmesini istemez miydiniz? Aile üyelerinin bu adada öldüğünü bilmeyen kaç yüz akraba var?"

Ada sakinlerine Alderney’de dört kamp olduğu söylendi. Köle işçiler burada çalışmış ve adanın surlarını inşa etmişler. Bu işçiler Rus’tu. 337’si ölmüştü. Ancak son araştırmalar dokuz kadar kamp olduğunu ve Rus esirlerin yanı sıra Avrupalılar, Kuzey Afrikalılar ve Yahudilerin de bulunduğunu ortaya çıkardı.

Resmi rakam olan 337’nin aksine, Alderney’de ölenlerin sayısına ilişkin en yüksek tahminler 70,000’e kadar çıkmaktadır. Birçok adalı gerçek sayının yüzlerce değil binlerce olduğuna inanmaktadır.

Alderney halkı savaştan sonra adalarına döndüklerinde kuşların ötmediğini söylediler. Ada dikenli teller ve betonla kaplıydı ve sessizlik korkunç bir şey olduğunu düşündürüyordu. Ada sakinlerine çok az şey anlatılmış ve çok az soru sorulmuştu. Çocuklar mezarlıkların “köle işçilerin gömüldüğü" yerler olduğunu biliyorlardı. Ancak, savaştan sonra bebekken Alderney’e dönen Sally Bohan, ergenlik çağının sonlarına kadar bunun ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamadığını söyledi. “Olayın ciddiyetinin ve korkunçluğunun farkında değildik. Ve burada ne olduğunu söyleyecek hiçbir şey yoktu."

İnsanlar kulaktan dolma bilgilere güveniyordu. Mendirekten atılan cesetler, adanın el değmemiş sahillerinden biri boyunca uzanan geniş bir tanksavar duvarı inşa edilirken ölen insanların cesetlerinin çimentoya gömüldüğüne dair tanıklıklar rutin olarak anlatılıyordu. 

Franco rejiminden kaçtıktan sonra Naziler tarafından Alderney’e götürülen İspanyol zorunlu işçi John Dalmau, Alderney’in Braye Körfezi’nde bir anti-denizaltı ağını çözmek için dalgıç olarak gönderildiğini anlattı.

“Kayaların ve deniz yosunlarının arasında her yerde iskeletler vardı. Yengeçler ve ıstakozlar sağlam kalan cesetler üzerinde ziyafet çekiyorlardı," diye yazmıştı serbest bırakıldıktan sonraki yıllarda. “Havaya uçmuş cesetlerin gelgitle birlikte hareket edişini izledim."

İngiliz hükûmetinin olayı örtbas ettiğine dair söylentiler on yıllardır adada yaygındır. Bir soru her zaman havada asılı kalmıştır. İngiliz hükûmeti neden Almanların kendi topraklarında işlediği savaş suçlarının kanıtlarının – toplama kampları ve buralarda acı çekenlerin – karanlıkta kalmasına izin verdi? Neden hiç kimse yargılanmadı?

Farklı adalıların farklı cevapları var. Çünkü İngiltere’nin uğraşması gereken başka şeyler vardı – yeniden inşa etmesi gereken bir ülke. Çünkü zulümler Nürnberg tarzı yargılamaları gerektirecek kadar önemli değildi. Çünkü kimse Alman suçlarında adalıların ne kadar işbirliği yaptığını düşünmek istemiyordu. Çünkü Manş Adaları’nın düşman eline geçmesine izin vermekten dolayı kolektif bir utanç duygusu vardı. Çünkü hiçbir hükûmet kendi topraklarında işlenen Yahudi cinayetlerinin konuşulmasını istemiyordu.

2016 yılında dönemin Başbakanı David Cameron, Londra’nın Thames Nehri kıyısındaki ikonik Victoria Kulesi Bahçeleri’nde, Parlamento Binası’nın hemen yanında bir Holokost Anıtı inşa edileceğini açıkladığında, bunu “bir ulus olarak değerlerimizin kalıcı bir ifadesi" olarak tanımladı.

Ukrayna krizinin başlangıcında, Birleşik Krallık siyasetçileri ülkenin “mültecilere kucak açan uzun ve gururlu geçmişini" övdü. Hükûmet kabinesinden bir bakan, Tom Pursglove, İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaklaşık 10,000 Yahudi çocuğun refakatsiz olarak İngiltere’ye getirildiği 1930’ların İngiliz “Kindertransport" politikasını örnek olarak gösterdi. Londra’nın Liverpool Street İstasyonu’nda, bavullarıyla gelen Yahudi çocukların bronz heykeli sessizce yolcuları izliyor.

Kindertransport’un hikayesi, İngiliz okul tarih müfredatının bir parçası olarak yaygın bir şekilde öğretilmektedir. Ancak çok az kişi neden sadece çocuklara – “kinder" – sığınma hakkı verildiğini, ebeveynlerinin neden Naziler tarafından öldürülmeye terk edildiğini soruyor.

On yılı aşkın bir süredir Alderney’deki Alman işgalini inceleyen Jtrails adlı bir İngiliz-Yahudi miras örgütünün kurucusu Marcus Roberts, “Mesele şu ki, Holokost’un Alderney’de gerçekleştiğini ve orada çok sayıda Yahudi’nin öldüğünü, hükûmetin bunu örtbas ettiğini ve özellikle Fransız Yahudilerinin adalet önüne çıkmasını engellediğini ortaya çıkarırsak, Holokost üzerinden İngiliz değerlerini öğretme programımızın değeri nerede kaldı?" dedi.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Alderney’de düzenlenen ateşli bir toplantıda, Uluslararası Holokost Anma İttifakı Birleşik Krallık Delegasyonu Başkanı Lord Eric Pickles, İngiltere’nin Holokost sırasındaki tarihiyle “her yönüyle" yüzleşmesinin zamanının geldiğini söyledi. İttifak tarafından yapılan ve Alderney’in adanın dört bir yanında bulunan kampların ve mezar alanlarının anısını nasıl daha iyi koruyabileceğine ilişkin önerileri ortaya koyan bir sunumun ardından Lord Pickles, Alderney sakinlerine topraklarında yaşananlarla yüzleşmeleri gerektiğini söyledi.

“Her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranamayız" dedi. “Bu, sizin gerçeğiniz. Britanya Adaları’ndaki en önemli Holokost alanının koruyucusu olmayı siz istemediniz. Bunu siz istemediniz. Ama siz buranın bekçilerisiniz ve biz de sizi desteklemek istiyoruz." Holokost Anma İttifakı‘nın sekiz tavsiyesi arasında kamp ve mezar alanlarının haritalanması, işaretlenmesi ve listelenmesinin iyileştirilmesi gibi görevler yer alıyordu.

Ayağa kalkan ilk kişi, onlarca yıl İngiliz Dışişleri Bakanlığı için çalışmış olan emekli Alderney sakini 77 yaşındaki Susan Allen oldu. “Tüm bunlar karşısında dehşete düştüm" dedi. “Tüm adayı ele geçirip bir Holokost’a, neredeyse bir Disneyland’a dönüştürmekten bahsediyorsunuz. Üzgünüm ama ben bunu kabul etmiyorum."

Bir başka Alderney sakini, eski bir Alderney politikacısı olan James Dent, anıtlaştırmanın esas olarak Yahudi anısına odaklanmaması gerektiğini söyledi. Allen’ın adanın “Holokost turistleri için ürkütücü bir tema parkı" haline gelmemesi gerektiği yönündeki endişesini yineleyen Dent, “Alderney’de mahkumlar her inançtan ve hiçbir inançtan değildi" dedi.

Pickles, belediye binasında karşılaştığı muhalefetin şiddetinden etkilenmiş görünüyordu. Hararetli toplantıdan yarım saat sonra “Biz sadece ne durumda olunduğuna dair yaklaşık bir fikir verebilmek için bazı küçük taşların konmasını öneriyoruz" dedi.

“Eğer cennete taşınırsanız, onu bu şartlarda görmek istersiniz. Yaşamak için seçtikleri bu güzel yere taşınan ve buranın karanlık sırlarıyla ilgilenmek istemeyen insanlara burun kıvırmamamız gerektiğini düşünüyorum" dedi. Bir süre durakladıktan sonra, “Belki de doğam gereği biraz fazla hoşgörülüyüm," diye ekledi.

Belediye binası toplantısı sırasında, Holokost mirası konusunda uzmanlaşmış bir Cambridge arkeoloğu olan Dr. Gilly Carr, taşların üzerinde herhangi bir metin yerine QR kodları bulunabileceğini, böylece insanların yalnızca istedikleri takdirde mezarlar ve toplama kampı kalıntıları hakkında daha fazla bilgi edinebileceklerini öne sürdü. Alderney sakinlerine “Çevrimiçi bir sitenin güzelliği görünmez olmasıdır" dedi.

Alderney Eyaletleri sözcüsü Alistair Forrest, IHRA‘nın önerileri üzerinde çalışıldığını söyledi. “Güzel adamızdaki köle kamplarında acı çeken ve ölenlere saygımızı sunuyoruz" dedi.

Alderney’de ölen insanların sayısına ilişkin bir tartışma alevlendi. Eski politikacı Dent, toplantı sırasında “Biraz tuhaf bir rekabete girmiş gibi görünüyoruz" dedi ve insanların sürekli olarak daha büyük ölü sayıları vererek birbirlerini “geçmeye" çalıştıklarını anlattı. “Burada ölenlerin 400, 4.000 ya da 40.000 kişi olması önemli değil" diyen Dent, kurbanların “sessizce ve onurlu bir şekilde" anılması gerektiğini sözlerine ekledi.

Adalarında kaç kişinin öldüğünü bilmek, Alderney’deki diğerlerine göre çok önemli. Resmi sayı olan 337’ye 1940’lı yıllarda, İngiltere’nin savaş sonrasında adada yaşanan zulümlere ilişkin bir soruşturma başlatmasıyla ulaşıldı.

Mayıs 1945’te, İngiltere adayı Alman işgalcilerden geri aldıktan sonra, Yüzbaşı TheodoreBunny" Pantcheff İngiliz istihbaratı adına bir soruşturma yürütmek üzere Alderney’e gönderildi. Genç yüzbaşı o sırada henüz 24 yaşındaydı ama deneyimsiz değildi. Savaş yıllarında İngiliz istihbaratının gizli sorgulama tesisi olan London Cage’de yıldız bir müfettiş olarak görev yapmıştı. Hem Almanca hem de Fransızcayı akıcı bir şekilde konuşabiliyordu ve – bir bonus olarak – çocukken Alderney’de tatil yapmıştı.

Pantcheff yaklaşık 3,000 tanığın deneyimlerini değerlendirdi. Alderney’deki çeşitli toplama kamplarında yaşananları detaylandıran üzücü bir rapor hazırladı. “Son üç yıl içinde -İngiliz topraklarında- sistematik olarak duygusuz ve acımasız nitelikte suçlar işlendi" diye yazdığı raporun başında, zorla çalıştırılan işçilere nasıl işkence yapıldığını, aç bırakıldıklarını ve ölümüne çalıştırıldıklarını detaylandırdı.

“İşçiler, bir talim hareketini düzgün yapmamak veya çöp kovasından yiyecek almaya çalışmak gibi sert yönetmeliklere aykırı en önemsiz suçlar nedeniyle dövülüyordu. Bazen de işçiler hiçbir neden yokken dövülüyordu."

Adadaki mezarların sayısını sayarak 337 kişinin öldüğünü kesin olarak bildiğini belirten Pantcheff, “337 rakamının adadaki ölümlerin tam sayısını temsil ettiğini kesin olarak söylemek mümkün değil" dedi. Oğulları, Pantcheff‘in kovuşturma yapılabilmesi için ceset aradığını açıkladı.

Ancak hiçbir kovuşturma yapılmadı – bu adada hâlâ akıllardan çıkmayan bir sonuç. Bunun yerine İngiliz hükûmeti Pantcheff‘in raporunu paketledi ve Sturdy Colls‘un deyimiyle “ellerini yıkamak" için Sovyetler Birliği’ne gönderdi. Ancak savaş sonrası yıllarda İngiliz-Sovyet ilişkileri bozuldukça, iki hükûmetin işbirliği yapma ve savaş suçları tanıklarını paylaşma şansı azalmaya başladı ve yargılamalar imkansız hale geldi.

1947 yılında Fransız Savaş Suçları yetkilileri soruşturmanın bir kopyasını talep etti. İngilizler, “enterne edilenlerin çoğunun Rus olduğunun tespit edildiğini" ve raporların Sovyetler Birliği’ne teslim edildiğini söyledi. İngilizlerin Fransız makamlarına gönderdiği mektupta, “Bu konuda size verebileceğimiz tek bilginin Ruslara büyük bir zulümle muamele edildiğine dair genel bir ifade olmasından üzüntü duyuyorum" deniliyordu. Mektupta Rus, Polonyalı ve Ukraynalı mahkumların yanı sıra Alman, İspanyol ve Kuzey Afrikalı mahkumlarla birlikte yüzlerce Fransız Yahudi’nin de tutulduğu belirtilmemiştir.

Bunny Pantcheff’in raporu on yıllar boyunca bir sır olarak kaldı.

Oğlu 67 yaşındaki Andrew Pantcheff, babasının Alderney’de insanlığa karşı suç işleyenlerin adalet önüne çıkarılmasını çok istediğini söyledi. Oğluna göre Pantcheff üstlerine “Bir kişi bile olsa" diye yalvarmış. “Sadece bir kişi bile olsa, bunu tekrar yapmaya kalkışan biri elini kolunu sallayarak gidebileceğinden tamamen emin olmasın diye."

Belki de hiç gerçekleşmeyen en önemli kovuşturma, zorla çalıştırılan işçileri adanın devasa tahkimatını inşa etmeye ikna etmekle görevli acımasız ve merhametsiz komutan Binbaşı Carl Hoffman‘ın kovuşturmasıydı.

Savaştan sonra Hoffman‘ın 1945 yılında Kiev’de asıldığı haberi yayıldı. Ama gerçekte serbest kaldı. Almanya’ya dönmesine izin verilmeden önce 1948 yılına kadar İngiliz gözetiminde tutuldu ve hayatının geri kalanını burada geçirdi. 1974 yılında Hamburg’da huzur içinde öldü. İngiliz Dışişleri Bakanlığı bunu 1980’lere kadar kabul etmedi.

1980’lerin başında Güney Afrikalı bir gazeteci olan Solomon H. Steckoll kendi soruşturmasını yürütmeye çalıştı. 1982’de yayınlanan “Alderney Ölüm Kampı" adlı kitabında “Gerçeğin önüne bir yığın engel konulmuştu" diye yazdı. “Otuz yılı aşkın bir süredir," diye yazıyordu Steckoll, “sessizlik Alderney’de yaşananların üzerine ağır bir sis örtüsü gibi çökmüştü."

Pantcheff, Steckoll‘un kitabından önce yayımlanan “Alderney, Fortress Island" başlıklı, “beton iskelete et giydirmek ve ona hayat vermeye çalışmak" için yola çıkan kendi kitabını yazdı.

Tanıtım yazısında şöyle deniyor: “Ne bir imha kampı, ne Auschwitz, ne de herhangi bir ‘örtbas’ vardı." Pantcheff kitapta spekülasyonları nasıl ortadan kaldırmak istediğini anlatıyor: “Başka hiçbir şey yapmazsa, en azından şimdiye kadar ortaya atılan daha fantastik hayaletlerden bazılarına yardımcı olabilir – örneğin toplama kampındaki gaz fırınları veya çimento mikserine atılan cesetlerle ilgili hikayeler."

Ancak kitap aynı zamanda “Suçlama kavramından kaçınan ya da her şeyin uzun zaman önce gerçekleştiğini ve kendilerini ilgilendirmediğini düşünenleri de eleştiriyor. Eğer bu kitabın bir amacı varsa, o da bu kolay seçeneklerden herhangi birini izlemeyi mümkün olduğunca zorlaştırmaktır."

Oğullarına göre Pantcheff, Alderney’de yaşanan felaketi gözler önüne sermeyi ve orada çalışan ve hayatlarını kaybedenlerin hikayelerini anlatmayı umuyordu. Küçük oğlu 63 yaşındaki Richard Pantcheff, “Auschwitz’le karşılaştırıldığında çok küçük bir trajedi olabilir," dedi. “Ama yine de bir trajediydi. Dehşet vericiydi. Bunun sansasyonel hale getirilmesini istemedi. Küçümsenmesini de istemedi."

Alderney, Fortress Island" Pantcheff‘in adada yaşananlara ilişkin kendi anlattıkları ilk kez kamuoyuna sunuldu.

Uzun yıllar boyunca İngiliz hükûmetinin resmi söylemi, Pantcheff‘in orijinal raporunun Birleşik Krallık kopyasının “raflarda yer açmak" amacıyla imha edildiği yönündeydi. Müze müdürü Trevor Davenport‘a göre Pantcheff‘in belgelerinin çoğu, İngiliz istihbarat teşkilatı MI6’nın dosyaları geri istediği 2000’li yılların başına kadar Alderney Müzesi dosyalarında saklandı. Davenport, “Ben şahsen onları paketledim ve gönderdim" dedi ve MI6’nın kopyaları geri gönderme sözü verdiğini ekledi. “Onları gönderdiğimizde konseye ‘onları bir daha asla göremeyeceğiz’ dedim. Ve tabii ki görmedik." Davenport, MI6’in sadece bir özet gönderdiğini söyledi.

2000’li yılların sonlarında Pantcheff‘in raporundaki materyallerin birçoğu İngiliz Arşivlerinde erişilebilir hale geldi. Ancak belgelerde yer almayan dosyalar da var – özellikle de işgal sırasında Alderney’de kalan tek ada sakinlerinden biri olan George Pope‘un tam ifadesi. Pope, yaklaşık 1.800 Ukraynalının öldüğünü gördüğünü ve 400 kadar Yahudinin toplu mezarlara atıldığına tanık olduğunu söyledi. Anlattıkları, Pope’un Almanlarla işbirliği yaptığından şüphelenen Pantcheff tarafından güvenilmez olarak değerlendirildi. Alderney sakini Michael James, “Pope’un ifadesi kilit belge olabilir" dedi.

İki askeri yazar, Albay Richard Kemp ve John Weigold, 2017 yılında Daily Mail gazetesinde, Alderney’de en az 40.000 köle işçinin öldüğüne ve “belki de 70.000 kadarının" öldüğüne inandıklarını yazdılar. Alderney’in “Güney Sahili’ne kimyasal başlıklı V1 füzeleri fırlatmak için gizli bir üsse" dönüştürüldüğünü söylediler.

Bu şaşırtıcı rakamlar, diğer tarihçiler tarafından yapılan en büyük tahminleri bile gölgede bırakıyor ve Alderney’de büyük bir şaşkınlığa neden oluyor. Alderney müzesinin müdürü Trevor Davenport bu sayı karşısında öfkeye kapılıyor. “Saçmalık! Yani saçmalık. Buna hiç itibar etmiyorum" diyor.

Davenport “holokost" kelimesinin Alderney ile ilgili olduğuna inanmıyor ve adanın savaş zamanı geçmişini zorunlu işçilerden bahsetmeden tartışmayı tercih ediyor. Davenport, ada sakinlerinin adaya paraşütle inen akademisyenler tarafından üretilen “saçmalıkları" dinlemekten bıktıklarını söyledi.

Alderney müzesinde, işçiler tarafından giyilen bir sandalet ile arşiv fotoğraflarının yer aldığı, işçilere ayrılmış tek bir dolap bulunuyor. Lord Pickles tarafından ada sakinlerine açıklanan IHRA tavsiyeleri arasında, müzenin adadaki mahkumlarla ilgili koleksiyonuna daha fazla şey eklenmesi ve yeni bir sergi düzenlenmesi önerisi de yer alıyor.

2016 yılının başlarında Alderney’e iki sondaj kulesi geldi. Biri kıyıdan hemen açıkta konuşlanmıştı. Diğeri ise zorla çalıştırılan işçilerin mezarlarının bulunduğu bilinen arazideydi.

Alderney hükûmeti, Fransa, Alderney ve İngiltere arasında “FAB projesi" olarak bilinen bir yeraltı elektrik bağlantısı inşa etmek için milyonlarca sterlinlik bir planla istişarelerde bulunuyordu. Kablo Alderney adasını boydan boya geçecek ve potansiyel olarak yüzlerce zorla çalıştırılan kurbanın gömülü olduğu Longis common’dan geçecekti.

Projenin arkasındaki enerji geliştiricisi Alderney Renewable Energy, gazetecilere yaptığı açıklamada sondajın, bölgedeki “bilinmeyen arkeolojik alanları tespit etmeyi" amaçlayan, müdahaleci olmayan bir jeofizik araştırmanın parçası olduğunu söyledi. Bölge sakinleri, Alderney hükûmetinin planlar hakkında kendileriyle iletişime geçmediğini, bu nedenle sondajlar geldiğinde birçoğunun orada ne yaptıklarını bilmediğini söyledi.

Bir bölge sakini komşu ada Guernsey’deki polisle temasa geçerek bir toplu katliam alanının yağmalandığını bildirdi. Britanya Hahambaşısı, akademisyenler ve yerel tarihçilerin yanı sıra, Holokost kurbanlarınınkiler de dahil olmak üzere toplu mezarların proje nedeniyle bozulacağına dair endişelerini dile getirdiler. Bir izleyicinin lobi faaliyetlerinin ardından Rusya Büyükelçiliği devreye girerek, inşaat sırasında bulunan Sovyet Vatandaşlarına ait kalıntıların tespit edilmesi ve uygun bir şekilde defnedilmesi gerektiğini belirten bir açıklama yayımladı. Açıklamada, “Büyükelçilik ayrıca söz konusu kalıntıların kimlik tespiti için yardım teklifinde bulunmuştur" denildi.

32 adalıdan oluşan bir grup yasal yollara başvurarak İngiliz Adalet Bakanlığı’ndan kamu soruşturması yürütmesini talep etti. Bu kişiler, ada hükûmetinin FAB ile ilişkilerinde yolsuzlukla hareket ettiğini ve hükûmet içindeki kişilerin projeden maddi kazanç elde ederken projeyi ilerletme konusunda önemli bir çıkar çatışması yaşadığını iddia ettiler. Guernsey polisi, grubun iddialarını kanıtlamak için yeterli delil olmadığı gerekçesiyle konuyu reddetti.

FAB Direktörü James Dickson, FAB‘ın “en katı profesyonel davranış standartlarına bağlı kaldığını" ve sondaj makineleri gelmeden önce kapı kapı dolaşarak ve halka açık toplantılar düzenleyerek sakinleri proje hakkında kapsamlı bir şekilde bilgilendirdiğini söyledi.

Alderney Eyaletleri FAB ile ilgili sorulara yanıt vermemeyi tercih etti.

Geçtiğimiz hafta FAB, enterkonnektörün artık Alderney’den geçmeyeceğini ve bunun yerine adayı bypass edeceğini açıkladı. Dickson yaptığı açıklamada, “Daha az izin, onay ve lisansla çalışmamız gerektiği için bu bize daha fazla kesinlik sağlıyor" dedi.

FAB‘ın inşaata 2025 yılında başlamayı umduğunu söyledi.

Sondaj, ateşi yakan kibrit oldu. Adada büyüyen ve son dört yılını Alderney’in geçmişini yoğun bir şekilde araştırarak geçiren Michael James, “Bu benim için her şeyi yeniden gündeme getiren şey oldu," dedi. FAB projesinin kendisi de dahil olmak üzere pek çok adalıyı, savaş yıllarında gerçekten neler olduğu ve adada gerçekten kaç kişinin gömülü olduğu sorusuna nasıl uyandırdığını anlattı.

Projenin başlangıcında projeyi eleştirenler arasında, mezarların konumu ve hangi alanlardan kaçınılması gerektiği konusunda bir rapor sunan Profesör Caroline Sturdy Colls da vardı. “Eski bir mezarlık alanından geçtiği için çok derin endişelerimi dile getirdim" dedi.

Adalılar tarafından çalışmaları bölücü nitelikte bulunan adli arkeolog Sturdy Colls, 2019 yılında “Adolf Adası" adlı bir belgesel yayımladı. Film, Colls‘un Alderney’deki toplu mezarlarda tam olarak kaç kişinin gömülü olduğunu bulma çabalarını, yere nüfuz eden radar, lazer teknolojisi ve insansız hava araçları da dahil olmak üzere farklı son teknoloji ürünü, invazif olmayan teknikler kullanarak takip ediyordu.

Ancak film çekilmeden önce, belgesel için sızdırılan bir sunum başka bir nedene işaret ediyordu: Holokost mezarlarını kazmak. “Caroline, bölgeyi kazmak için Eyaletler Konseyi ile görüşür. Kanıtlar görmezden gelinemeyecek kadar güçlüdür. Bu, hikayeye dahil olan herkes için duygusal bir eksen olacaktır," deniyordu. JTrails‘ten Marcus Roberts üniversiteye yazdığı mektupta filmin “Yahudi insan kalıntılarının ticari kazanç ve kamu eğlencesi için istismar edilmesi" anlamına geldiğini belirtti. Roberts‘a göre üniversite şikayeti dikkate almamayı tercih etti.

Sturdy Colls, TV prodüksiyon şirketinin web sitesinin hack’lenmesi sonucu filmin sızdırıldığını ve asla kamuya açık olmaması gerektiğini söyledi. Roberts‘ın iddialarını haksız ve temelsiz olarak nitelendirdi. “Herhangi bir izin alınmadan gidip kazı yapacağıma dair bir ima yoktu," dedi. “Yahudi yasalarını çok iyi anlıyorum."

Sturdy Colls‘un belgeseli yayımlandığında, araştırmasına yönelik yerel muhalefet üzerinde durdu. Konuya ait filmin basın bülteninde, “Yerel yetkililerin incelemeyi ve Nazi zulmünün kayıp kurbanlarını aramayı engelleme girişimleri nedeniyle onlarca yıl sessizliğe gömülen ekip, aradıkları cevapları bulmak için en son teknolojiye başvurmak zorunda kaldı" denildi.

Sturdy Colls, invazif olmayan tekniklerine bile bazı ada sakinlerinin şiddetli muhalefetiyle karşılaştı. Öfkeli bir ada sakini yerel gazeteye şunları yazdı: “Tüm hortlakları, ucubeleri ve sapkın zihinlere sahip herkesi Alderney’e gelmeye teşvik etmek istiyorlar." “Nazi başarılarını görmek ve onlara tapmak için, böylece modern aletlerle sondaj yapabilecekler, köle çalışma kamplarını kazabilecekler ve küçük casus uçaklarını uçurabilecekler. Elimden gelse yaptırmam."

Sturdy Colls, kariyeri boyunca Alderney’de karşılaştığı düşmanlığı hiç yaşamadığını söyledi. Belgeselinde “Hepsi bu adada vahşice öldürülen insanların anısını unutmak istedikleri için" dedi. Bir noktada, ada sakinlerinin drone ekipmanını düşürmekle tehdit ettiklerini anlattı.

Ailesi altı kuşaktır adada yaşayan ve ömür boyu Alderney’de ikamet eden 63 yaşındaki Nigel Dupont ise unutmak istemiyor. İngiltere Manş Adalarını geri aldıktan sonra savaş zamanı olaylarının “tamamen örtbas edildiğine" inanıyor.

“Burada pek çok karanlık şey yaşandı" diyen Dupont, kolektif bir sessizlik kültürü içinde büyüdüğünü hatırlıyor. “Yerel aileler masanın etrafında oturup olanlar hakkında konuşmazdı."

2000’li yıllarda bu tutum değişmeye başladı. “İnsanlar ölmeye başladıkça, konuşmak için daha fazla baskı oluşmaya başladı," diyerek savaşa dair canlı bir anısı olan son neslin vefatına atıfta bulundu.

Dupont, genç bir adamken adayı süsleyen mimarinin önemine pek dikkat etmediğini söyledi. Alman sığınaklarında destansı partiler düzenlerdi – “akustik harikaydı“. Ancak yaşı ilerledikçe ve müteahhitlik yapmaya başladıkça adanın mimarisini daha farklı görmeye başlamış. “Yıllar geçtikçe, daha çok okudukça ve yaşlandıkça, etrafıma bakmaya ve matematiği kendim yapmaya başladım" diyor. Uzun süredir orada yaşayan gerçek Alderney yerlilerinin, adadaki evlerini terk etmek zorunda kaldıkları yıllarda gerçekte neler olduğunu anlamaya ne kadar hevesli olduklarını anlatıyor.

1947 yılında, Alman vahşetini araştırmak üzere Alderney’e yaptığı ziyaretten iki yıl sonra, 26 yaşındaki Yüzbaşı TheodoreBunny" Pantcheff kendi kendine bir memorandum yazdı. Siyah dolmakalemle yazılmış, her biri aynı dört kelimeyle başlayan, altı çizili cümlelerden oluşan bir listeydi bu: “Unutmamalıyım.

“Öldürülen ölüleri unutmamalıyım," diye yazdı. “Ne de sakat bırakılmış ve diri diri gömülmüş bir cesedin yüzünü."

“İnsanlığa hakaret edildi ve ediliyor; sadece buna yürekten inanan, bunu bilen birkaç kişi bu konuda bir şeyler yapmaya hazır olacaktır."

Bu içeriği beğendiyseniz lütfen çevrenizle paylaşınız…
Etiketler: , ,
error: İçerik korunmaktadır !!