Karmaşık, Kronik Bir Durum...
21:48:38
“Bunun nedeninin ne olduğu konusunda herhangi bir fikir birliği yok…"
Obezite üzerine çalışan dünyanın en iyi araştırmacılarından oluşan seçkin bir grup, bir zamanlar yerçekimi ve evrim gibi fikirlerin tartışıldığı, Isaac Newton ve Charles Darwin’in bilim akademisi Royal Society’nin yaldızlı odalarında bir araya geldi.
Araştırmacılar obeziteyi karmaşık, kronik bir durum olarak tanımladılar ve insanların son yarım yüzyılda neden toplu olarak büyüdüklerinin temeline inmek için bir araya geldiler. Bu amaçla, küresel obezite artışını açıklayabilecek bir dizi mekanizmayı paylaştılar. Teorileri ne kadar farklı olursa olsun, bir şey çok açıktı: Obeziteyi kişisel bir sorumluluk meselesi olarak gördüğümüz sürece, yaygınlığının azalması pek olası değil.
Bir beslenme biyoloğu, günümüzde gıdalarımızdaki tüm karbonhidrat ve yağların vücudumuzun ihtiyaç duyduğu proteini seyrelttiği ve aradaki farkı telafi etmek için bizi daha fazla kalori almaya ittiği fikrini ortaya attı. Bir endokrinolog, düşük karbonhidratlı diyet yaklaşımının arkasındaki bilimsel modelden bahsederek, karbonhidrat ağırlıklı beslenme modellerinin benzersiz bir şekilde yağlanmayı teşvik ettiğini öne sürerken, evrimsel bir antropolog, birçok zayıf avcı-toplayıcı toplumun bala özel bir yakınlık duyarak çok fazla karbonhidrat yediğini savundu.
Diğerleri ise sorunun, Amerikalıların tükettiği kalorilerin yarısından fazlasını oluşturan hazır ve paketlenmiş gıdalar olan ultra işlenmiş gıdalar olduğunu öne sürdü. Bir fizyolog, insanların aynı besin bileşimine sahip tam gıda diyetlerine kıyasla ultra işlenmiş diyetlerde daha fazla kalori yediklerini ve daha fazla kilo aldıklarını gösteren randomize kontrollü çalışmasını paylaştı. Ancak bu gıdaların insanları neden daha fazla yemeye ittiğinin hala belirsiz olduğunu söyledi.
Bir biyokimyacıya göre bu gizem, ultra işlenmiş gıdaların gübre, böcek ilacı, plastik ve katkı maddeleri şeklinde taşıyabileceği binlerce toksinle açıklanabilir. Hücreler üzerinde yaptığı araştırmalar, bu kimyasalların metabolizmaya müdahale ettiğini göstermiştir.
Diğerleri ise sorunun ne yediğimizden ziyade ne yemediğimizle ilgili olabileceğini düşünüyor. Bir etolog, kuşlarda gıda güvensizliği ve obezite arasındaki bağlantı üzerine yaptığı çalışmayı paylaştı. Yiyecek kıtlaştığında hayvanlar daha az kalori alıyor ama daha fazla kilo alıyorlar. İnsanlarda yapılan çalışmalarda da gıda güvensizliği ve obezite arasında “güçlü" bir ilişki bulunduğunu söyledi – buna açlık obesite paradoksu deniyor.
Bu, araştırmacıların her konuda aynı fikirde olmadığı anlamına gelmiyor. Üç günlük toplantı, obezitenin ne olmadığına dair üstü örtülü de olsa bir anlayışla doluydu: kişisel bir başarısızlık. Hiçbir konuşmacı, obezite oranlarının önce yüksek gelirli ülkelerde, sonra da dünyanın geri kalanının çoğunda yükselişe geçtiği 1980’lerde insanların toplu olarak irade gücünü kaybettiğini iddia etmedi. Tek bir bilim insanı bile genlerimizin bu kısa süre içinde değiştiğini söylemedi. Tembellik, oburluk ve miskinlik obezitenin yardımcıları olarak anılmadı.
İşin enteresan yanı, karbonhidrat tartışması hariç, hiçbir bilim insanı şu anda mağaza raflarını dolduran diyet kitaplarındaki sözde düzeltmelerden – önerilerden – bahsetmedi.