Virüsün Amacı Hayatta Kalmak...
COVID-19 şu anda dünya çapında beş milyondan fazla insanı öldürdü. Bu, sonsuz bir akıştaki başka bir korkunç kilometre taşı gibi görünmekte. Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere birçok ülkede, COVID-19 artık kalp hastalığı ve felcin yanı sıra önde gelen bir ölüm nedenidir. Fakat uzmanlar, pandeminin gerçek bedelinin muhtemelen çok daha yüksek olduğunu söylüyor.
Johns Hopkins Bloomberg Halk Sağlığı Okulu‘nda epidemiyoloji profesörü olan Amber D’Souza, “Ölüm sayısının gördüğümüzün iki katı olması oldukça olası” diyor. “Fakat beş milyon rakamıdahi tek başına çok şaşırtıcı bir rakam. Hiçbir ülke bundan kaçamadı.”
D’Souza ve diğer uzmanlar, resmi küresel çetelenin her ülkede yalnızca doğrulanmış vakaları kapsadığını ve ölümleri bildirme standartlarının büyük ölçüde ülkeden ülkeye değiştiğini belirtiyor. Bazı ülkeler vakaları teşhis etmek için gereken sağlam test protokollerinden yoksunken, diğerleri COVID-19’a bağlı komplikasyonlar nedeniyle ölen insanları saymayabilir. Pek çok yerde de insanlar gerekli tedaviye ulaşamadıkları için evlerinde ölüyorlar ve bu nedenle resmi ölüm sayılarında yer almıyorlar..
Ayrıca resmi çetele COVID-19’un büyük ikincil hasarını da hesaba katmaz. Dünya genelinde, hasta insanlar enfekte kalma korkusuyla tedavi olmaktan kaçındılar ve ülkeler bu alandaki kaynakları diğer kritik sağlık önceliklerinden saptırdı. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü tüberkülozdan ölümlerin on yıldır ilk kez arttığını söylüyor.
Ve ölüm oranları, Delta varyantının neden olduğu artıştan sonra düşse de, şaşırtıcı derecede hâlâ yüksek kalıyor ve muhtemelen tırmanmaya devam edecek.
D’Souza, “Geçen ay on binlerce Amerikalı öldü” diyor ve ABD’de son derece etkili aşıların olmasına rağmen, pandeminin yaklaşık iki yıldır kaç kişinin hâlâ hayatını kaybettiğini de sözlerine ekledi. Dünyanın geri kalanının çoğunun aşılanmamış ve savunmasız kaldığını belirtiyor.
Kim, nerede ve neden ölüyor?
Küresel ölüm verileri, Amerika ve Avrupa’nın pandemi tarafından özellikle ağır şekilde vurulduğunu gösteriyor. Peru, 100.000 kişi başına 615 ölümle dünyadaki en yüksek COVID-19 ölüm oranına sahip. Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya, Karadağ, Bulgaristan ve Macaristan, her biri 100.000 kişi başına 300’den fazla ölümle bir sonraki en yüksek ölüm oranlarına sahip.
Öte yandan, ABD’de salgının başından bu yana 741 binden fazla can kaybıyla en fazla genel ölüm gerçekleşti ve onu Brezilya (600 binden fazla ölüm) ve Hindistan (450 binden fazla ölüm) izledi. Meksika, Birleşik Krallık, İtalya ve Kolombiya da dahil olmak üzere diğer birçok ülke hem genel ölümler hem de ölüm oranı açısından üst sıralarda yer almaktadır.
Küresel sağlıktan sorumlu başkan yardımcısı ve Emory Üniversitesi Emory Küresel Sağlık Enstitüsü direktörü Rebecca Martin, ABD’deki ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yıkımın çoğunun, nüfuslarının daha yaşlı olması ve daha altta yatan koşullara (diyabet ve yüksek tansiyon) bağlı olduğunu söylüyor – COVID-19’u özellikle ölümcül yapan. Bilim insanları, yaşın ciddi hastalık için özellikle önemli bir risk faktörü olduğunu anlamaya başladılar.
Bununla birlikte, daha genç nüfusa sahip birçok düşük ve orta gelirli ülkenin, hasta insanların hayat kurtaran tedavilere erişimini zorlaştırıcı daha zayıf sağlık sistemleri nedeniyle ölüm dalgaları gördüğünü belirtiyor. Bu durum özellikle, kırsal bölgelerde yaşayan birçok insanın sağlık tesislerine erişemeyebileceği ve var olan sağlık tesislerinin oksijene yeterli erişime sahip olmayabileceği eski adıyla Svaziland olarak bilinen Eswatini gibi bazı Afrika ülkelerinde de böyledir – oksijen hayati bir ihtiyaçtır, ancak herkes erişemiyor.
Ve ölümlere neden olan sadece sağlık sistemlerinin eşitsizliği değil. Birçok ülkede COVID-19 ölümlerinde büyük ırksal ve sosyoekonomik eşitsizlikler görüldü. George Washington Üniversitesi Milken Enstitüsü Halk Sağlığı Okulu‘nda profesör olan Christopher Mores, yoksulluğun marjinal topluluklardaki birçok insanın kendilerini virüsten korumasını imkansız hale getirdiğini söylüyor. Bazıları ailelerinin geçimini sağlamak için işe gidip gelmek zorundayken, diğerleri hijyen kurallarını uygulamak için gerekli olan akan suya dahi erişemeyebiliyor.
“Ne kadar sert vurulduklarını görmek çok üzücü” diyor. “Hayat mücadelesinde evde kalamazsın."
Araştırmacılar hâlâ Sahra altı Afrika gibi bazı bölgelerin neden nispeten daha az COVID-19 ölümü gördüğünü anlamaya çalışıyorlar. Martin, birçok Afrika ülkesinin nispeten daha genç bir nüfusa sahip olduğuna dikkat çekiyor, ancak daha sıcak iklimden diğer bulaşıcı hastalıklara geçmişte maruz kalmanın çapraz bağışıklık sağlama olasılığına kadar başka faktörlerin de rol oynayabileceğine dikkat çekiyor. Bir yandan da, bunun basitçe COVID-19 ölümlerinin teşhis edilip rapor edilmemesi de olabileceğini söylüyor.
Yan hasarlar
COVID-19 dolaylı yollarla da can aldı. Dünyadaki aşırı ölümlerin çoğu – tipik olarak her yıl beklenen seviyenin üzerindeki ölüm sayısı – COVID-19 nedeniyle önlenemeyen, teşhis edilemeyen veya tedavi edilemeyen tıbbi durumlardan kaynaklanmaktadır.
D’Souza, “Dünya genelinde pek çok sağlık sistemi çok bunalmış durumda” diyor. Oksijen tüpü veya yoğun bakım yatağı sıkıntısı olmayan topluluklarda bile, her yerdeki sağlık hizmeti sağlayıcıları COVID-19’un sağlık çalışanlarına yaptığı fiziksel ve zihinsel zarar nedeniyle personel sıkıntısıyla uğraşıyor.
Salgın, tüberküloz gibi hastalıkların yanı sıra sıtma, kızamık ve Ebola gibi diğer bulaşıcı hastalıklar için önleyici bakım ve tedavi sağlama çabalarını da aksatmıştır. DSÖ, tüberküloz durumunda pandeminin “yıllarca süren küresel ilerlemeyi tersine çevirdiğini" söylüyor. Kuruluş Ekim ayında, tüberkülozdan ölümlerin on yıldan uzun bir süredir ilk kez 2017’de görülen seviyelere göre yaklaşık 1,5 milyona yükseldiğini bildirdi. Tüberküloz tanıları da 2020’de yüzde 18 oranında düşerek en son 2012’de görülen seviyeye geriledi.
D’Souza, hasta insanların COVID-19 enfeksiyonu korkusuyla bakım ve tedavi aramaktan vazgeçtiklerini ve aradıklarında da yeterli tedaviyi alamayabileceklerini söylüyor
Bir de COVID-19’un ailelere ve topluluklara verdiği zarar var. Her ölüm çok büyük bir kayıp olsa da Martin, pandemi sırasında öksüz kalan çocuklarda bir artış olduğunu gösteren özellikle dramatik yeni verilere işaret ediyor. Temmuz ayında The Lancet‘te yayımlanan bir araştırma, 21 ülkede 862.365 çocuğun COVID-19 nedeniyle yetim kaldığını veya velayetindeki büyükanne ve büyükbabasını kaybettiğini tahmin ediyor. Güney Afrika, Peru ve ABD, yeni yetim çocukların en fazla görüldüğü ülkeler.
Buradan nereye gidiliyor?
Yılın başında son derece etkili aşıların piyasaya sürülmesi dünyanın sonunda COVID-19 ölümlerindeki artışı durdurabileceğine dair umutları artırdı. Şu anda dünya çapında yaklaşık yedi milyar aşı dozu uygulandı. Ancak aşılama oranları, hem aşı dağıtımı eşitsizliği hem de aşı olmama direnci nedeniyle bazı ülkelerde son derece düşük kalmaktadır.
Afrika’daki ülkeler COVID-19 aşılarını almakta belirli zorluklar yaşadı. Sonuç olarak, kıtadaki insanların sadece yüzde 8’i tek bir doz almış durumda. Bu arada, yanlış bilgilendirme ve dezenformasyon kampanyalarının aşı tereddütlerine yol açtığı Orta ve Doğu Avrupa’da aşılama oranları da oldukça düşük.
Mores, düşük bir aşı oranının, nüfusun sadece yüzde 22’sinin tam olarak aşılandığı Hindistan gibi kalabalık ülkeler için özellikle rahatsız edici olabileceğini söylüyor. Bu yılın başlarındaki yıkıcı yükselişine rağmen, Hindistan’ın vaka ve ölüm oranları şaşırtıcı derecede düşük. Bunda eksik sayım kesinlikle bir rol oynasa da, Mores ayrıca Hindistan’da aşılardan veya önceki enfeksiyondan bağışıklığı olmayan çok sayıda insan kaldığını ve virüsün sonunda onları bulacağını öne sürüyor.
Ve yüksek oranda aşılanmış ülkelerde bile pandeminin gidişatını nasıl değiştireceği belli değil. Pek çok şey, yeni varyantların ortaya çıkıp çıkmamasına ve ülkelerin maske kullanımı ve sosyal mesafe gibi halk sağlığı önlemlerini uygulamaya devam edip etmemesine bağlı olacaktır.
D’Souza, “Bu kış gördüğümüz dalgalanmaların geçmişte gördüğümüzden daha az ölüme yol açacağını umuyorum” diyor. “Ama bu bir garanti değil." Bunun nedenini, virüsün ABD’de duyarlı kalan milyonlarca insan ve dünya çapında milyarlarca insan arasında dolaşmaya devam edeceği şeklinde açıklıyor.
Delta varyantının özel bir tehdit olduğunu kanıtladığını söyleyen Martin, bunun daha bulaşıcı olduğunu ve bu nedenle yeni ve savunmasız insanlara bulaşmada daha etkili olduğunu açıkladı. Ancak mevcut aşılar Delta varyantına karşı etkili olsa da, o ve diğer uzmanlar, eğer ülkeler aşılama oranlarını artıramazlarsa, sonunda aşılardan tamamen kaçacak olan Delta’dan daha kötü bir varyanta yol açabileceğinden endişe ediyorlar.
Martin, “Virüsün amacı hayatta kalmak” diyor. “Herkese aşı yaptırmazsak, salgın asla bitmeyecek çünkü daha fazla varyant olacak."
Ancak insanları korumaya yardımcı olmak için yapılabilecek şeyler var. Martin, maske takmak gibi devam eden halk sağlığı önlemlerinin nedenleri hakkında net iletişimin, yanlış bilgilerle mücadelenin anahtarı olduğunu söylüyor. Hükûmete güvenin düşük olduğu yerlerde, bu mesajın halkın güvenini kazanmış bir kaynaktan verilmesinin daha iyi olabileceğine dikkat çekiyor.
Martin, küresel düzeyde, ülkelerin halk sağlığı yetkililerinin gerçekleşmeden önce bir sonraki pandeminin önüne geçebilmeleri için verileri gerçek zamanlı ve doğru olarak paylaşmaları gerektiğini söylüyor. Mores, bazı ülkelerin bu kadar güçlü bir işbirliği olmadan kendi başlarına sınır tanımayan yüksek oranda bulaşabilen bir virüsle mücadele girişimlerinin, ilk pandemik yanıtın yanlış adımlarından biri olduğunu söylüyor.
Ayrıca daha fazla empatiye ihtiyacımız var. Mores, geçen her dönüm noktasında ebeveyn, arkadaş ve iş arkadaşı olan insanların kayıplarını hissetmenin yollarını bulmanın önemli olduğunu söylüyor. “Sürekli büyüyen sıradan bir rakam haline gelmelerine izin vermemek önemlidir” diyor. “Onların kaybettiğimiz insanlar olarak hatırlanmaları gerekiyor."
D’Souza da aynı fikirde. “100.000 Amerikalı öldüğünde şok olduğumu hatırlıyorum” diyor. “Ve Amerika’da geçen ay yaklaşık 50.000 kişinin COVID’den öldüğünü düşünmek, rakamlara ne kadar duyarsız kaldığımızı gösteriyor."